Kahve Yemen'den mi gelir, Brezilya'dan mı gelir tartışıla dursun, öyle bilinse de kahvenin anavatanı Etiyopya Afrika'dır.
Güne iyi başlamak, ayılmak, biraz keyif almak, aroması, kokusu, sıcaklığı ile mükemmel bir arkadaş. Çayın en güçlü rakibi adeta.
Fransızlar kahveyi tanımlarken; "gece gibi siyah, cehennem kadar sıcak, melekler kadar saf, aşk kadar tatlı" derler...
Kahvenin tarihinin, M.S.850 yılına kadar dayandığını biliyoruz.
Herşey bir keçi çobanının güttüğü keçilerin, kahve çekirdeklerini yemesiyle başlamış. Ve çoban topladığı kahve çekirdeklerini "keşişe" götürmüş. Yaşlı papaz anlam veremediği acı ve siyah bu meyveyi beğenmediği için hepsinin ateşe atılmasını söylemiş. Ancak ateşe atılan bu çekirdeklerin çevreye yaydığı koku ve aroma, papazı hayran bırakmış. Çoban ve halk merakla beklemişler papazın kararını, papaz önce ataşe attığı kahve çekirdeklerini suda kaynatılmasını istemiş ve çevreye yayılan mis gibi koku ve lezzet herkesi hayran bırakmış. Böylece bu siyah çekirdek meyvenin, Tanrı'nın bir armağanı olduğuna inanılmış ve kahve keşfedilmiş...
Etiyopya topraklarında ünü çabuk yayılmış kahvenin. Yıllar sonra Yemenli tüccarlarticaret amaçlı gittikleri Etiyopya'da bu çekirdekleri keşfederler.
Çuvallar dolusu Yemen'e getirirler. Ve böylece üretime, kahve ağacı yetiştirmeye başlarlar.
1517 yılında Sarayın Yemen Valisi Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahve çekirdeklerini Saraya, Kanuni Sultan Süleyman'a hediye olarak getirir. Bu şekilde saray kahve ile tanışmış olur.
Aromalı kahve çekirdeklerini pişirmeye yetenekli kırk kişilik kadrolu kahveci ustaları yetiştirilir. Haremde cariyelere de, doğru kahve pişirme dersleri verilir. Bir fincan kahvenin, kırk yıllık hatırı vardır kelimesi de saraya dayanır.
İlk kahvehane de 1550 yılında İstanbul'da Harem'de açılmıştır. Bir araya gelerek, sohbet ettikleri, tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları, iş konuştukları mekanlar haline gelir. Ardından kahvenin Avrupa ile tanışması, Venedikli tacirlerin 1615 yılında kahve tohumlarını İstanbul'dan Venedik'e götürmeleri ile gerçekleşir. Bu şekilde İtalyanların kahve tutkuları başlamış olur. Bugün İtalya'da günde otuz sekiz milyon fincan kahve tüketildiği de bir gerçektir.
Yıllar içinde kahve pişirme teknikleri değişse de, son yıllarda en çok Esspresso olarak tüketseler de, kahvenin aynı kahve olduğunu biliyoruz.
Yıllar içinde Polonyalılar bu kahve çekirdeklerine ilgi duyarlar. Ve ülkelerine götürmek isterler. Ardından tüm Avrupa kahve ile tanışır. Bu leziz sıcak içeceğin ünlü müdavimleri de vardır. Aralarında dünyaca ünlü olarak tanıdığımız Bethoven, Balzac, Valtoire ve Mozart'tır.
Güne kahve ile başlamayı seven Avrupa'da küçük küçük kafeler hızla yayılır.
Etiyopya'da bir keçi çobanının keşfettiği bu çekirdeklerin, Bach'tan, Pierre Loti'ye
Osmanlı sarayı’ndan Buckingham Sarayı’na kadar uzanacağını kim bilebilirdi?
Dünyanın en sevdiği içecek haline gelen kahve, zaman içerisinde pişirme teknikleri ve aroması değişse de Machiatodan, Cappicinoya, Cafe Latteden, Esspressoya, Corotadodan, Elat Whiteye, ya da en köpüklüsünden Türk kahvesine kadar adeta bize mutluluk veren en güzel içecek oldu.
Kahvenin yolculuğu çok uzun; bugünlük yazıma bir virgül koyarak, haftaya görüşmek dileğiyle diyorum. Sevgiyle kalın.