İpek en çok dut böceğinden elde edilir. Bu böceğin dişisi 200–500 yumurta bıraktıktan sonra ölür. Yumurtadan çıkan minik tırtıllar dut yaprağıyla beslenir. Hızla büyüyerek 20–30 günde 7–8 cm’yi bulur. Büyümesi tamamlanınca yemeyi bırakır ve incecik ipek liften çevresine koza örer. İnsanlar ipek elde etmek için üretme çiftliklerinde ipekböcekçiliği yaparlar. Kozaların ipeği elle yâda makinelerle çözülerek çile haline getirilir. Bir kozadan 450 ile 900 metre arasında kesiksiz iplik çıkabilir. Bu iplikler tezgâhlarda dokunarak kumaş yapılır. Ham ipek, çok güzel, parlak, çok dayanıklıdır, dayanıklılığı hemen hemen çeliğinkine yakındır ve çok esnek bir dokuma maddesidir. Isıyı ve elektriği iyi iletmez; çok su çekebilirİPEĞİN ÇIKIŞ NOKTASI: ÇİNİpek böcekçiliği, rivayete göre; M.Ö. 2600’lerde hüküm süren Çin İmparatorluğu’nda Hoang-Ti zamanında saray bahçesinde bir tırtılın dut yaprağı yediği ve sonra koza ördüğünü fark etmiş. Bu durum üzerine imparator, bu kurdun hayatının incelenmesini emretmiş ve bu görevi eşi Kraliçe She-Ling-She'ye vermiştir. Kraliçe uzun zaman yaptığı tetkikler neticesinde bu kozadan ipek çekilebildiğini ve bunun da dokumacılıkta kullanılabileceğini tespit etmiştir. Bu nedenle ipekçilik tarihinde She-Ling-She ipek ilahesi olarak bilinmektedir.Ülkeye ün kazandırmış ve büyük bir gelir kapısı aralamıştır. Çin, bu değerli hazineyi kaybetmemek için yüzyıllar boyunca bir takım katı kurallar uygulamıştır. Öyle ki; bu sanatın ülke dışına çıkmasına göz yuman ya da yardım edenler bir dönem ölümle cezalandırılmıştır.Ancak Türkistan’da bulunan Hotan Eyaleti Hakanı'nın bir Çin Prensesi ile evlenmesi, ipekçiliğin Çin sınırları dışına taşmasına sebep olmuştur. Çin'de bir asalet nişanesi olarak bilinen ipeğin, Hotan'da bulunmaması nedeniyle prensese önceki ihtişamını devam ettiremeyeceği söylenir. Buna üzülen prenses ülkesine gittiğinde saçlarının arasına ipek tohumlarını saklayarak Hotan'a geçirir. Böylece ipek, ilk defa Çin sınırları dışına çıkar.Bu sanat zaman içinde Asya'yı boydan boya aşıp Anadolu üzerinden Avrupa'ya uzanan, en önemli kervan yoluna "İpekyolu" adını vermiştir.İpeğin Anadolu'ya gelişi Bizans İmparatorluluğu zamanında gerçekleşir. Böylece ipekböceği sanatı batıya doğru yayılmaya başlamıştır. TÜRKİYE'DE İPEKÇİLİKTürkler de ise ipek üretimine yaklaşık 1500 yıl önce başlanmıştır. Günümüz Türkiye’sinde de önemli bir sanayi dalı olan ipekçiliği, Osmanlılar bir sanat haline getirmişler.Yurdumuzda ipek denince akla ilk gelen yer Bursa. Bursa’da ipek ve ipekböcekçiliği adına yapılan, ‘Koza Han’ eskiden ipekböceği yetiştiricileri gelip, ellerindeki sepetlerde bulunan ipek kozalarını tüccarlara satarlarmış. Koza Han bugün de ipekli ürünler satılıyor.TUZLAMA BURSA’YA HAS ipekçilik sanatını içra eden Asel Akın, atölyesindeki el işi ipeğini şu şekilde anlattı: “Tuzlama Bursa’ya has bir şey ebru işi her yerde yapılıyor ardık. Tuzlama yaparken, 11 metrelik, 5 metrelik, 6 metrelik masalarımız var; kumaşları kesiyoruz iğnelere takıyoruz. Kökboyalarını sulandırıyoruz sonra serpiyoruz. Sonra üstüne kaya tuzu serpiyoruz. İri tuzlar yayıyor kendisini. Deseni Kendiliğinden veriyor. Bir nevi effek gibi. Ama sen nasıl atarsan tuzu ona göre şekil alıyor. Renkleri bir birine bağdaştırmak hepsi senin elinde. Psikolog bir arkadaşım var ‘ yaptığın iş senin iç yüzünü ortaya çıkarıyor” diyor. Bir kere geldi ‘ bugün streslisin galiba renkler çok başkalaşmış’ demişti. Gerçekten öyle hangi renklerle çalışıyorsun ne yapıyorsan. O gün ki durumuna bağlı. Sabahtan başlıyorsun hangi durumdaysan yaptığın işe yansıyor. Bir nevi kendi aynan oluyor” Yaldız yapılışını da anlatan Aysel Hanım şu ifadeleri kullandı “Desenetörler deseni çiziyorlar. Çizilen deseni kalıpçılarda kalıba geçiriliyor. Normal şablona yaldızı hazırlıyoruz. Yaldızı hazırladıktan sonra rakleyle birlikte basıyoruz. Silgi görevi yapan rakleyleri, şablonu koyup rakleyle çekiyoruz. Silgiyle birlikte tamamen deseni çıkarıyoruz. Sonra elimizle ile boyuyoruz. Hangi rengi hangi dalga vermek istiyorsan ona göre boyuyoruz”İpeğe ebru sanatı da yapan Aysel Hanım “Suyun yoğunluğunu attırmak için teknenin içinde kitreyi suyla çözüyoruz. Çözülen kitre birkaç gün teknenin içinde şişmesi için bekletiriz. Daha sonra kitreye su ilave ederek sulandırıyoruz. Sulanan kitle üzerine fırçalarla boyayı serpiştiriyoruz. Serpişen boyaların üzerine de biz ile şekil veriyoruz. Ütüleyerek şekillin ipek üzerine geçmesini sağlıyoruz. Ebruda da yine kökboyaları kullanıyoruz.” ifadelerini kullandı.Aysel Hanım kullandıkları boyanın tamamının organik kökboyası olduğunun ifade ederek şunları söyledi “kimyasal boyalar zararlı ve yaptığımız işe uygun olsun diye, boyalarımız tamamen kök boyası. Türkiye’de bildiğim kadarıyla yok. O yüzden İtalyan kökboyasını tercih ediyorum. Kökboyanın maliyeti fazla olduğu için üreticiler ayakta kalamadı. Sulandırarak kıvamı tutturuluyoruz, Bardağa koyuyoruz ondan sonra ne iş yapacaksak yapıyoruz. Çok pahalı bir malzeme olduğu için düşmesin diye dikkat ediyoruz” dedi‘BU İŞİ YABAN TEK BEİNİM'Aysel Hanım atölyesinde kendisiyle birlikte beş kişiyle bu işi sürdürüyor. Aysel Hanım kendinden sonra bu sanatın devam etmesi için yazın öğrencileri alarak işi öğretiyor; “Bu işi yapan tek ben kaldım; başka yapan yok. Yazın öğrencilere öğretiyorum. En azından arkamda yapan olsun. Hobi olarak meslek yapabilir. Bakarsınız mesleklerini yapmak istemezler atölye açabilir.Anladığım kadarıyla önceden insanlar pek göstermek istemiyorlarmış. Öğrensinler diye her şeyi ucuna kadar tarif ediyorum. Bende bu işi zorluklarla öğrendim. Hep deniye deniye kimse göstermiyordu. Bu bize sır kalacak diyorlardı. Sır kalacak ama sen bu işi davam ettiremedikten sonra bu sırın hiçbir anlamı yok. Arkadan öğrettiğin bu işi sürdürecek insan yok. Ben buna tamamen karşıyım her şeyi en içe ayrıntısına kadar öğretmeye çalışıyorum. Bu iş için kursların kesinlikle olması lazım. Güzel sanatlarda bizim gibi işin özünü bilmiyorlar. Biz bu işle hep haşır neşir olduğumuz için, bir araştırma içerisindeyiz. Ne yapsam daha iyi olur, nasıl daha güzel olur diye düşünürüz.”Makinelerle aralarındaki farka değinen Aysel Hanım şu şekilde konuştu “Bizde biraz dikkatsizlik olunduğu zaman fırça taşma yapıyor. Makinede taşma gibi bir şey olmaz. Biz taşan yerleri yaldızla çiziyoruz. Çiçeğin çizilen yerinde sanki sivilce varmış gibi oluyor. Yapancılar direk anlıyorlar ‘bu el baskısı’ diyorlar. Bazen de biz unutuyoruz yaprakları farklı renkle boyuyoruz. Makineciler bir rengi tutuyorlar, makine direk lap lap basıyor. Bizde öyle değil ki biz bir boyayı bırakıyoruz diğer bir boyayı alıyoruz. Makine da aynı işi yapmaya kalkarsan 1 dakikada hemen o işi bitirmiş oluyor. Biz bir fularda en az yarım saat harcamış oluyoruz. İpeğin kuruması falan bir saati geçiyor.”‘YABANCILAR EL İŞİNİ TERÇİH EDİYOR'Turistlerin daha çok el yapımını tercih ediklerinin altını çizen Aysel Hanım, “El emeğine yabancılar daha fazla ilgi gösteriyorlar. Yabancılar el emeği olduğu zaman sanki vitrinlik gibi yapıyorlar. El üstünde tutuyorlar. Onlar eline alıp ‘o öyleydi bu böyleydi yapmıyor’. Kadın öyle bir tutuyor ki bu ipek diyor tutuşu bile farklı. İpeğe ipek gibi davranıyor. Kadın alış veriş yaparken ‘bu el emeği biz bunu takarız sonra kaldırıp kenara koyarız çünkü zor bir iş’ diyorlar. Bizim yerliler de tuzlamalarıbiliyorlar. İstanbul’dan gelenlere direk ‘Bursa ipeği’ diyorlar.”
KÜLTÜR-SANAT
29 Temmuz 2018 - 18:25
Güncelleme: 29 Temmuz 2018 - 19:12
EL İŞİ GÖZ NURU BURSA İPEĞİ
Sanayinin, teknolojinin gelişimiyle birçok el sanatı unutulmaya, yapılmamaya başlandı. Yapanlar ise ekonomi şartları zorluyor. İpekçilik sanatı da sanayi ve teknolojiye yenildi. Türkiye’de ipek el sanatın da önde gelen Bursa’da da ipek sanatı bitmek üzere, tek temsilci Aysel Akıl kaldi.
KÜLTÜR-SANAT
29 Temmuz 2018 - 18:25
Güncelleme: 29 Temmuz 2018 - 19:12