Ben buraya Mondros’tan değil Mudanya’dan geliyorum
CHP Genel Başkanı Özgür Özel konuşmasının devamında: “İsmet Paşa, konferansın havasını anlatırken şöyle der: "Mudanya'nın ilk üç günü Trakya meselesinin müzakeresi ile geçmiştir. İlk müzakere açılır açılmaz dikkatimi çeken mesele şudur: Biz muharebe halindeydik. Karşımızda düşman vardı. Düşmanı yendik ve Anadolu'dan takip ettik. Mudanya konferansının toplanması ile askeri harekât durmuştur. Bu durum uzun süre devam edemez. Bekleyerek karşımızdaki hasım kuvvetin yeniden zaman ve hazırlık yapmasına fırsat vermemeliyiz. Bu nedenle, bir an evvel bütün memleketin tahliyesi işini halletmek lazımdır. İsmet Paşa'nın bu diplomatik zekası sayesinde, Trakya'daki işgal, kurşun atılmadan sona ermiş ve Doğu Trakya ana vatanımıza dahil edilmiştir. Sahada kazanılan askeri zafer, Mudanya'daki diplomatik zaferden sonra Lozan’a gidecek İsmet Paşa’ya büyük bir güç vermiştir. Lozan’a gittiğinde, onu orada bekleyen hazırlıklı bir sürpriz gelişme karşılamıştır. İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon söze başladığında, "Siz bize Mondros'ta birçok vaatte bulundunuz. Gelelim oradan konuşmaya başlayalım," dediğinde, 1918'i hatırlatan Lord Curzon’a İsmet Paşa çok sert bir şekilde karşılık vermiştir: "Beyefendi, dikkatinizi çekerim. Ben buraya Mondros'tan değil, Mudanya'dan geliyorum. Ona göre konuşacağız.” dedi.
Memleket için hepimiz için bu bir şereftir
Ömrü Yemen'den Balkanlar'a memleket için at sırtında savaşlarda geçmiş bir askerden bahsediyoruz. Sakarya Savaşı sırasında doğan, izzeti görmemiş ve görmeden kaybetmiş bir babadan söz ediyoruz. Dünyadaki tüm yetkileri elinde bulundurduğu halde serbest demokratik seçimlere, yani iktidarı değil itibarı tercih eden bir devlet adamından, bir demokrasi kahramanından bahsediyoruz. 27 Mayıs ve 14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybedip, bundan sekiz gün sonra kaleme aldığı mektupla, kendi el yazısıyla oğlu Erdal'a yazdığı mektupta, bu seçimlerin memlekette hayat tarzı kurmak için giriştiğimiz teşebbüse ne kadar ciddi ve samimi olduğumuzu ispat ettiğini belirtiyor. "Memleket için, hepimiz için bu bir şereftir," diyor. Önceki yöneticilerin sarayda oturduğunu, bütün yetkilerin kendi vefatlarıyla evlatlarına geçtiğini ifade ediyor. Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk sarayı seçseydi, hangi yönetimi benimsediğini soruyor: Amerikan tipi başkanlık mı, İngiliz tipi monarşi mi, yoksa padişahlığa saraydan devam mı? 23 Nisan 1920'de bir meclis kurduğumuzu ve o meclisin verdiği görevleri yerine getireceğimizi vurguluyor. Otoriter bir lider olmayı, tek adam veya padişah olmayı reddedip, cumhurun seçtiği millet meclisinin verdiği yetkiyle cumhurbaşkanı olmayı tercih etmiştir. Onun ölümünden sonra en yakın arkadaşı ve silah arkadaşı İsmet Paşa da ülkeyi yönetmiş, çok partili rejim ihtiyacının demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu görmüştür. 1946'da çok partili yarışa geçilmiş, 1950'de Milli Mücadele kahramanı İsmet Paşa, girdiği genel seçimlerde partisi ikinci olmuş, seçimleri kaybetmiştir. O dönemde dünya, tek adamlar ve faşizmlerle sarsılırken, İsmet Paşa bilinçli bir şekilde demokrasi mücadelesine devam etmiştir. İsmet Paşa, Gazi Mustafa Kemal'in tek adamlığa yeltenmediğini, onunla aynı rüyayı gördüğünü ve aynı hayali kurduğunu biliyordu. Günü geldiğinde yönetimi teslim etmem dememiş, aksine "Bu benim en büyük yenilgim ama demokrasimizin en büyük zaferidir," diyerek Demokrat Parti'ye haber yollamıştır. Oğlu Erdal'a bir hafta sonra bu yazıları kaleme almıştır. Söylemek istediği, memlekette kurmak istediğimiz yeni hayat tarzıdır. Artık millet, kendini yönetecekleri kendi seçiyor. İktidarlar kalıcı değil, kalıcı olan milletin iradesidir. Biz cumhuriyeti de, demokrasiyi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ve İsmet Paşa'ya borçluyuz. Bugün Türkiye'de birileri arasında mezhep savaşları çıkmıyorsa, etnik savaşlar yaşanmıyorsa, bu ülkede her şeye rağmen bir belediye başkanı barış festivali düzenleyip barış ödülü dağıtıyorsa, "Yurtta barış, cihanda barış" diyorsa, iktidar ve muhalefet partileri Filistin'de barış için seslenebiliyorsa, bu ülkenin kurucu partisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten miras olan bu yaklaşımı sürdürebiliyorsa, bu, demokrasinin ve barışın bir göstergesidir.
Türkiye’yi yeniden inşaa edeceğiz
Eğer bir parti üçüncü olmuşsa ve bu ülkenin kurucu partisi önümüzdeki seçimlerde iktidarı alacaksa, bu ülkeyi bir kez daha demokrasiyle, bu sefer ayrımsız ve katıksız, bütün yıpratılmışlıklarına rağmen kuvvetler ayrılığının tam olarak sağlandığı, parlamentonun yeniden güçlendiği bir gerçeklikte yeniden kurmak istiyoruz. Milletin birini seçip gerisine karışmadığı değil, seçtiği parlamentonun her türlü denetim imkanına sahip olduğu; kendi içinden Başbakan ve hükümet çıkardığı bir Türkiye hayal ediyoruz. Bakanların, parlamentodan çıkarak denetlendiği, hesap verildiği, güven oylamasında güvensizlik oyunun kullanıldığı, istifaların millet meclisi tarafından karara bağlandığı gerçek bir Türkiye’yi yeniden inşa etmek istiyoruz. Bu nedenle, öz güvenli bir siyasetle bu ülkedeki 83 milyonu kucaklayarak ilerlemeyi hedefliyoruz. Daha önce Mudanya’da söylediğim gibi, Mudanya’yı Mudanya İttifakı kazandı. Bursa’yı Bursa İttifakı kazandı. Türkiye’yi de Türkiye İttifakı kazanacak. Türkiye İttifakı, renklerini ay yıldızlı al bayraktan alır. Türkiye’nin sosyal demokratlarını, muhafazakar demokratlarını, milliyetçi demokratlarını, Türk demokratlarını kimin sitesine bakmadan, kimsenin mezhebine bakmadan kucaklayacak. Hedefi, Türkiye’ye gerçekten güçlü bir parlamento, güçlü bir yürütme, bağımsız bir yargı kazandırmaktır. Tam bir kuvvet ayrılığı ve en nihayetinde güçlenen ve zenginleşen bir Türkiye’yi yeniden hediye etmektir. Bu güzel günde, güneşli bir günde İnönü ailesinin değerli mensuplarıyla, Mudanya’nın bu güzel insanlarıyla ve İnönü’nün ikinci genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin geniş katılımıyla burada olmanın onurunu yaşıyorum. Nice on yıllarda, yüzyıllarda Mudanya’da bu törenlerin yapılacağına, İsmet Paşa’nın ve Gazi Mustafa Kemal’in anılacağına inanıyorum. Cumhuriyet ilelebet payidar kalacak. Cumhuriyetin kıymetini bilenleri hürmetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun." ifadelerini kullandı.