Gerçekleşen basın açıklamasında Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Muhsin Güllü: “ BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ! Demokrasi ve hukukun olmadığı, anayasal hakların güvencesiz bırakıldığı bir ülkede sağlık olmaz! Hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla işler hale getirilmelidir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu kararıyla diplomasının iptal edilmesi, ardından aralarında belediye başkanlarının ve yöneticilerinin olduğu çok sayıda kişiyle birlikte önce gözaltına alınması ardından tutuklanması, sonuç olarak anayasal bir hak olan siyaset yapma hakkının engellenmesi, ülkemizde anayasal hakların güvencede olmadığının ilanı olmuştur.
Diploma kararı aynı zamanda, toplumda örnek olması beklenen akademisyenlerin, bilim üreterek toplumun ilerlemesini sağlamakla görevli üniversitelerin, bağımsız olması mutlak suretle şart olması gereken yargının halini de gözler önüne sermiştir.
Ülkemizin birikimi, hukukun egemenliğinin sağlanmadığı, kurum ve kuralların yok edildiği, üniversitelerin siyasete alet edildiği bir ülke olmayı hak etmemektedir. Demokrasi ve hukuk, sadece yöneticilerin ya da bir avuç ayrıcalıklı kesimin değil, toplumun da hak ve taleplerinin karşılandığı bir düzenin temeli olmalıdır. İşte tam da bu nedenle Türkiye'nin dört bir yanında yurttaşlar, taleplerini dile getirmek, haklarına sahip çıkmak ve hukuksuzluğa karşı durmak için anayasa tarafından güvence altına alınmış olan protesto haklarını kullanmak üzere sokağa çıkmışlardır. Ancak bu meşru ve barışçıl hak arayışının karşısına, güvenlik güçlerinin orantısız şiddeti, sabaha karşı yapılan ev ve yurt baskınları, gözaltılar ve bazı durumlarda iddia edilen çıplak aramalarla çıkılması; yalnızca özgürlüklere değil, toplumun bütününe yönelen sistematik bir tehdide dönüşmüştür. Bu baskı ortamı, artık yalnızca doğrudan mağdur olanları değil, her vicdan sahibi yurttaşı harekete geçmeye, müdahil olmaya, sözünü söylemeye mecbur bırakmıştır.
Unutulmamalıdır ki; Türk Tabipleri Birliği, 6023 sayılı Kanun'un 4. maddesi uyarınca bizler yalnızca meslektaşlarımızın haklarını savunmakla değil, halk sağlığını korumak ve halkın menfaati ile hekimlerin menfaatini toplumsal düzlemde en iyi şekilde dengelemekle yükümlüyüzdür. Bu sorumluluk, yalnızca hastane koridorlarıyla sınırlı değildir; bu yükümlülük toplumun tüm yaşam alanlarını kapsamaktadır. Çünkü sağlık, yalnızca hastalıkların teşhis ve tedavisi değil; insanların güvenli, eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürebilme koşullarının bir bütünüdür. Bu koşullar sağlanmadıkça bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan tam bir iyilik halini içeren gerçek bir sağlıktan söz edilemez. Hekimlik, yalnızca klinik bilgiyle değil; insan haklarına saygı, toplumsal sorumluluk ve vicdani duruşla anlam kazanır. İşte bu yüzden sokakta coplanan yurttaşın yanan canı da bizim meselemizdir; gözaltında çıplak aramaya zorlanan bir öğrencinin zedelenen onuru da; sabahın köründe evlerinden alınan üniversiteli gençlerin uğradığı psikolojik travma da bizim meselemizdir. Halk sağlığı, yalnızca çöken sağlık sistemiyle değil, aynı zamanda baskı, şiddet, korku ve güvencesizlik ortamıyla da tehdit altındadır. Bu yüzden Türk Tabipleri Birliği'nin ve Tabip Odalarının halk sağlığını koruma görevi; aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, temel hak ve özgürlükleri, adil yaşam koşullarını savunma görevidir. Bu nedenle taleplerimiz nettir: Toplanma, ifade ve protesto özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu hakların kullanılmasını engelleyen uygulamalara son verilmeli.
Yurttaşlara yönelik orantısız güç kullanımı derhal ve koşulsuz sonlandırılmalı. Gözaltına alınanlar, kötü muameleye uğramadan hemen serbest bırakılmalı. Hekimler, gözaltı muayeneleri başta olmak üzere görevlerini etik ilkeler ve bilimsel standartlar çerçevesinde, hiçbir siyasi veya idari baskıya maruz kalmadan yapabilmeli Demokratik haklarını kullanan herkese yönelik yargı vasıtasıyla korkutma, soruşturmalar ve gözdağı politikaları son bulmalı. Siyasi otoritenin, kolluk kuvvetlerini ve yargı organlarını muhalefeti bastırma aracı olarak kullanmasına son verilmeli. Üniversiteler, bilimsel ve kurumsal özerklik temelinde yapılandırılmalı, akademinin siyasallaştırılmasından vazgeçilmeli. Tüm kamu kurumları, hukukun üstünlüğü ve halk yararı temelinde yeniden düzenlenmeli Tüm bu ihlalleri meşrulaştırmaya çalışan siyasi iktidar, halkın iradesine müdahaleden vazgeçmelidir. Demokrasi ve hukuk olmadan, temel insan haklarına saygı gösterilmeden sağlık ve refah içinde bir toplum olamayacağımız gerçeği unutulmamalıdır. Ülkemizin geleceği için hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla bir an önce işler hale getirilmelidir! Hekimlik, zulme karşı kafasını başka yöne çevirme değil, hakikate tanıklık mesleğidir. Başta polisin kötü muamelesine maruz kalan başkanımız olmak üzere biz hekimler, akademik odalar, meslek örgütleri, sendikalar ve sayısız yurttaş, her türlü baskıya, gözaltına, tutuklanmalara karşı halkın sağlığını koruma yükümlülüğümüzü yerine getirmeye, toplumun yararı için çalışmaya, demokrasiyi ve insan onurunu savunmaya devam edeceğiz. Sağlıktan, demokrasiden, özgürlüklerden tasarruf edilmesine karşı sessiz kalmayacağız, Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Hiç bir yere Gitmiyoruz!” dedi.
CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş: “Ortadan kalktığı, insan haklarının olmadığı, siyasi partilerin genel başkanlarının ve belediye başkanlarının baro başkanını görevden almak için dava açtığı bir süreç yaşıyoruz. Muhtarları görevden alıp kayyum atayacak kadar demokratik işleyişin ortadan kalkmış durumda olduğunu söyleyebilirim.
Anayasanın 34. Maddesi ve Gösteri Hakkı
Anayasanın otuz dördüncü maddesi bu anlamda çok açıktır. Baro başkanımız da söylediği gibi, barışçıl bir ortamda gösteri ve yürüyüş yapma hakkına herkes sahiptir. Ancak, maalesef kendi iktidarını sürdürebilmek için her gün geçtikçe gücünün azaldığını hisseden bazı kişiler, talimatlarla emniyet güçlerini kullanarak vatandaşları karşı karşıya getirip çatıştıracak bir ortam hazırlıyorlar. Bu, bir anayasa suçudur.
Polis ve Emniyet Güçleriyle İlişkimiz
Bizim vatandaşlarımızın polise veya emniyet güçleriyle bir sorunumuz yoktur. Onlar da bu ülkenin güvenliğini sağlamakla görevli arkadaşlarımızdır. Ancak başta da söylediğim gibi, sadece kendi iktidarlarını sürdürmek amacıyla aşırı güç kullanıyorlar. Yetmiş yaşındaki kadınları, on yedi, on sekiz yaşındaki gençleri gözaltına alacak kadar şiddet uygulamakta gözleri dönmüş durumda.
Tek Adam Anlayışı ve Demokrasi
Bugün içinde bulunduğumuz durum, tek adam anlayışının bu ülkede demokrasiyi ortadan kaldırdığını gösteriyor. Hiçbir rakip, başka bir siyasi parti istemeyen bir noktaya gelinmiştir. İktidarı kaybetme korkusu, elindeki bütün argümanları kullanmasına neden olmaktadır. Ancak şunu unutuyorlar: Bu ülkenin yurtseverleri, solcuları, devrimcileri ve demokrasiden yana olan herkes, birlikte bu mücadeleyi verecektir.
Baskılara Karşı Mücadele
Biz teslim olmayacağız. Baskılarla yıldıracaklarını düşünüyorlarsa, asla böyle bir şey düşünmesinler. Bir adım daha geri atmayacağız. Bu mücadeleyi sonuna kadar vereceğiz; bu ülkeye tekrar demokrasi, adalet ve özgürlükleri geri getireceğiz. Onlar da neyin geldiğini iyi biliyorlar. Çünkü, onların yanında olmayan tüm kesimler artık bir arada.
Birlikte Mücadele ve Umut
Farklı siyasi partiler, odalar ve sendikalar, toplumun her kesimi bu iktidara itiraz eden herkes bir aradadır. Dolayısıyla bu mücadeleyi daha da büyüteceğiz ve örgütleyeceğiz. İnanın kazanacağız; asla umutsuzluk yok. Tarihte bu süreçleri çok yaşadık, ama asla umutsuz olmadık. Çünkü bizler bir araya geldiğimiz zaman neler yapacağımızı biliyoruz. Onların korkusu da budur. Sindirme, diriltme, acı ve şiddet kullanma, gözaltılar bunların korktukları şeylerdir." dedi.