Medeniyetler diyarı gizemli kentin iki yüzü...
7 YIL ÖNCE 7 YIL SONRA DİYARBAKIR...
Aslında her şey bundan tam 7 yıl önce Bursa'da başladı...
Belki de, tabanda başlayan 'gayri resmi' çözüm sürecinin ilk işaret fişeği atılmıştı da pek kimse farkında değildi. Gelin sizi o günlere götürelim biraz. Bursaspor ile Diyarbakırspor arasında o tarihlerde oynanan maçları anımsayın. Her iki kentteki karşılaşmalarda istenmeyen olaylar çıkmıştı hani. Yaralanmalara varan hadiselerin, politik kimlikli toplumsal kalkışmalara dönmesi arzulanmış, provokatörlerin de devreye girmesiyle, iki güzelim kent adeta birbirine düşman hale getirilmişti. "Ne yaparız, nasıl ederiz de iki şehri yeniden birbirine yakınlaştırırız?" diye kara kara düşünen devlet yöneticilerine bir anlamda 'can simidi' gibi gelmişti, Anadolu Spor Gazetecileri Derneği(ASGD)nin "Bursa-Diyarbakır Kardeşlik Projesi" önerisi. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti ile temas kurulmuş ve çok kısa zamanda, karşılıklı barış kafileleri oluşturulmuştu bile. Çoğunluğu gazeteci olmak üzere, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden oluşan yaklaşık 50 kişilik Diyarbakır Heyeti, Bursa'da üç gün boyunca ağırlanmış, iki kent arasındaki gerilimin tansiyonunu düşürmeye yönelik ilk ciddi adım atılmıştı.
Bundan bir ay sonra da, aynı şekilde bir o kadar sayıdaki Bursa Kafilesi Diyarbakır'a gitmiş, projenin ikinci ayağı da tamamlanmıştı. Bugünü daha net anlayabilmek için; batıda yaşayan insanlardaki o günkü Diyarbakır algısını da söylemeden geçmemek lazım. Kapanan kepenkler.. Atılan taşlar.. Ardı arkası kesilmeyen gösteriler.. Neredeyse her gün karışan sokaklar.. Akşam yediden sonra asla çıkılamayan caddeler, tamamen duran hayat ve ölü bir şehir görüntüsü… Dahası; gecenin karanlığında yankılanan silah seslerinin yarattığı korku ve dehşet atmosferi.. Ve elbette ki yaralanmalar, ölümler, akan kan, dökülen gözyaşı vs.. Hiç unutmuyoruz; Bu algının yarattığı tedirginlikle pek çok meslektaşımız, yolculuk öncesi yanımıza gelip, "Başımıza bir şey gelir mi abi?" diye sormuş, onlara güvence verebilmek için akla karayı seçmiştik. Nitekim; barış, dostluk, kardeşlik düşüncesiyle oluşturulan her iyi niyetli girişimde olduğu gibi, proje başarıyla sonuçlanmış, ortaya devlet yetkililerinin de gündemlerine aldığı müthiş anlamlı bir kazanım çıkmıştı. Ülkemizin birbirinden tam bin 380 km uzakta yaşayan iki ayrı kentin insanlarının, kısa süreliğine de olsa aynı havayı teneffüs etmeleri sağlanmış, birbirlerine temas etmeleri, yüz yüze sohbetlerle birbirlerini anlamaları yaşanarak görülmüş, yanlış algıların karşılıklı olarak ancak bu şekilde giderilebileceği anlaşılmıştı. Diğer bir deyişle; Ülkemizin kentler arasında gerçekleşen ilk 'Değişim Programı', Doğu ile Batının çok önemli iki kenti Bursa ile Diyarbakır arasında gerçekleşmiş, her zamankinden çok daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan ülkemizde toplumsal barışa gidecek en kestirme yolun tarifi net bir şekilde yapılmıştı.
İşte o nedenledir ki, meslek örgütlerinin ya da sivil toplum kuruluşlarının o günden bugüne; gerçekleştirdikleri karşılıklı mesleki ve kültürel değişim programları, gerektiğinde devletin ilgili kurumları tarafından da desteklenip hayata geçirilmesi sağlanıyor. Ne mutlu ki; ASGD'nin bundan 7 yıl önce çaktığı birlik, beraberlik ve kardeşlik kıvılcımı, bugün ülkenin neredeyse kaderini belirleyen birlik-beraberlik-kardeşlik ve barış ateşine dönmüş, bir büyük toplumsal özlemin geçekleşmesi yönündeki çabaların çoğalmasına yol açmış görünüyor.
Peki bunları niye anlattık? Bütün bu izlenimlerden 7 yıl sonraki, yani bugünkü tabloyu, yine aynı tür bir karşılıklı mesleki kültürel etkileşim ile görme olanağını bulduk da ondan... ASGD'nin de üyesi bulunduğu Türkiye Gazeteciler Federasyonu'nun 12-14 Eylül 2014 tarihleri arasında Diyarbakır'da düzenlediği TGF Başkanlar Konseyi toplantısına katıldık ve geçmiş izlenimlerimizin ışığında bu büyülü şehri bir kez daha gözlemleme olanağı bulduk. "Bölgede tam anlamıyla bir bahar havası esiyor" dersek, inanın abartmış olmayız. Caddelerini, sokaklarını bir zamanlar tedirginlikle gezdiğiniz kentten hiç eser kalmamış.. Dükkanlar her daim açık, sokaklar hareketli, pazarlar canlı, alışveriş çarkı dönüyor; kepenk indirmeyi neredeyse unutan esnafın ve halkın yüzü bu nedenle gülüyor. Asker kışlasına, polis karakoluna çekilmiş; güvenlik güçleri eskisi gibi bölge halkının tepesinde ‘Demoklesin Kılıcı’ gibi ürkütücü bir şekilde sallanmıyor. Yerli ve yabancı turist kafileleri, rehberler eşliğinde ve asla bir güvenlik endişesi duymaksızın Diyarbakır'ın o gizemli atmosferini solumaya başlamışlar. Uzaydan bakıldığında kalkan balığını andıran ve tarihi eski şehrini boydan boya çevreleyen, Dünyanın, Çin Seddi'nden sonra ayakta kalabilmiş en uzun surları olan 5 Km'lik Diyarbakır surlarını rahatlıkla gezebiliyor, ünlü Keçi Burcu'ndan, Mardin Kapı Burcu'ndan Dicle nehri yatağına serili Hevsel Bahçeleri'nin muhteşem görüntüsüne dalıp gidiyor, otantik kafelerde, yöre insanıyla hoş sohbet edebiliyorsunuz. Saint Georges Kilisesi, Eski Cezaevi, Defterdarlık Binası, Artuklu Sarayı ve Kemeri, Aslanlı Çeşme, Hz. Süleyman Camii, Eski Vakıflar Binası, Atatürk Müzesi ve eski Kolordu binası, Suriçi'nde düzenlemesi hızla tamamlanan bir konsept olarak sizi, 12 bin 500 yıl boyunca tam 33 ayrı medeniyete beşiklik etmiş Kadim Diyarbakır'ın gizemli tarihine nostaljik bir yolculuk yaptırmak için bekliyor.. Ulu Cami ve onlarca diğer tarihi cami gezileri sizi kentin manevi köklerine yolculuk yaptırırken, tarihi Hasan Paşa Hanı'nın misafirlerini 25 çeşit kahvaltı çeşidiyle ağırladığına tanık oluyor, binlerce yıl boyunca kervanların uğrak yeri olmuş, bugünün otantik oteline, işhanına ya da kafe restoranına dönüştürülen Kervansarayların, Sülüklü Han, Deliller Han, Çifte Han, Yeni Han gibi hanların buram buram tarih kokan havasını teneffüs ediyorsunuz. "Suzan Suzi" türküsüyle Türkiye'nin tanıdığı "Kırklar Dağı'nın Düzü"nün ise; yerel yönetimler tarafından çok katlı yapılaşmaya açılmasıyla eleştirilere hedef olan ve Dicle'nin muhteşem manzarasını gölgeleyen görüntüsüyle içinizi acıttığını hissediyorsunuz. Hemen önündeki bin üç yüz yıllık 10 Gözlü Köprü ve bu manzaraya eşlik eden Gazi Köşkü, Erdebil Köşkü, Bekir Paşa Köşkü ve diğer tarihi köşkler, görülüp gezilebilecek mekanların başında geliyor. Surp Giragos Ermeni kilisesi, Suryani kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Mardinkapı Protestan Kilisesi, Mar Petyum Kilisesi, Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ziya Gökalp Evi, Cemil Paşa Konağı, İskender Paşa Konağı, Sait Paşa Konağı, Behram Paşa Konağı'nı gezerken, yöreye has ağıt kültürünü yansıtan Deng Bej Evi'ne uğramayı ve yudumlanan çaylar eşliğinde Deng Bejler'in gırtlak nameleriyle bezeli tınılarını, yaşanmış bir olayı anlatan ağıtsal hikayelerini de mutlaka dinlemelisiniz. Unutmamalısınız ki, Diyarbakır sadece Suriçi'ndeki eski ve tarihi Diyarbakır'dan ibaret değil. Diclekent adıyla doğan ve hızla gelişen bir Diyarbakır var ki, Batıdaki değme kentlerin modernliğini almış, hiç abartısız neredeyse beşe ona katlamış. Uzunlukları beş ile 10 km arasında değişen çok sayıda görkemli bulvarlarla birbirine bağlanmış; çevre düzenlemeleri, parkları, çocuk oyun alanları, açık ve kapalı yüzme havuzları ile sosyal donatı alanlarıyla süslü çağdaş yerleşim siteleri, rezidanslar ve villalarıyla yepyeni bir Diyarbakır ile karşılaşıyorsunuz. Binlerce konut inşaatının sürdüğü bu bölgede 250 bin ile 2 milyon TL arasında değişen ev fiyatları, bölge insanının alım gücünün de bir hayli yükseldiğini ortaya koyuyor.
Özetle; Birlik, beraberlik, kardeşlik ve barış sürecinin gelişimiyle birlikte Diyarbakır başta olmak üzere bölge kentlerinin yıldızının daha da parlayacağını söylemek de mümkün.. Öyle ya; Savaşlar, nice değerleri yaşanmaz kılar, barışlarsa yaşanası... Hadi şu anlamlı sözle noktayı koyalım: Ne demişler? Barışı tesis etmek ve kurmak, savaşı yönetmekten daha zordur. O halde gelin, zoru tercih etmeye ısrarla devam edelim.