Başta Katoliklik olmak üzere tüm dini simge ve tabulara, ırkçı milliyetçi politikalara karşı keskin ve alaycı yayın çizgisiyle tanınan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya karşı girişilen katliam dünya çapında şoka yol açtı.
Her şeyden önce vurgulanmalı ki, derginin yayımladığı karikatürler ve yazılar ne denli çarpıcı olursa olsun, kimileri bu içeriklerden ne denli incinirse incinsin, alçakça bir katliamdır. Kaleme kaleşnikofla değil kalemle karşılık verilir. İslam Peygamber’inin intikamını aldıklarını söyleyen katiller, insanlığı katletmişler, mensubu oldukları dine ve dindaşlarına da en ağır kötülüğü yapmışlardır.
Charlie Hebdo katliamı muhakkak ki, kapitalizmin kâbesi İkiz Kulelere yapılan saldırı ölçüsünde yankılanacak ve analizlere konu olacak. Bu değerlendirmeler yapılırken herhalde en çok, medeniyetler arası çatışma tezi bıktırırcasına yinelenecek, katliam sonrasında İslamofobinin derinleşip derinleşmeyeceği, Hıristiyan ülkelerde yaşayan
Müslümanların durumunun ne olacağı, bu bağlamda katliamın provokasyon olup olmadığı, Batılı kapitalist ülkelerde demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayacak, sermayenin küresel zorbalığını tahkim edecek önlemlerin gündeme gelip gelmeyeceği sorularına yanıt aranacak. İslam tarihinde kan ve gözyaşının eksik olmadığı, İslam coğrafyasında halen her gün ortalama 900 Müslümanın dindaşları tarafından katledildiği dikkate alınarak, terör ve kitlesel katliamların İslam’ın fıtratında olup olmadığı irdelenecek.
…
Bir düzine fikir insanının öldürüldüğü katliama karşı Türkiye’de, Müslümanlık dışında kimlik tanımayan çevrelerde başlıca iki tutum gözleniyor.
Katillerle aynı frekanstaki Müslüman kanaat önderleri cinayetten duydukları sevinci gizlemiyorlar. İslam Peygamber’ini küçük düşürmenin düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığı savından hareketle cinayeti mazur göstermeye çalışıyorlar, çok daha beteri “Hak ettiler” demeye getiriyorlar. Örneğin Abdurrahman Dilipak, “Kork Fransa!” başlığı altında, “Eden bulur” diyor ve açık bir sevinçle Afrikalı baldırı çıplakların Paris’in ardından tüm Fransa’yı yakacaklarını, yangının Roma, Berlin, Londra ve New York’a sıçrayacağını yazıyor. Arada Gezicilere de gözdağı veriyor.
Muhafazakâr demokrat veya ılımlı denilen dindar çevrelerde ise ciddi bir karşı çıkış gözlenmiyor. En fazla “Gerçek İslam bu değil” savunusu yapılıyor; o da yarım ağızla ve gizli bir memnuniyetle. İktidardaki İslamcı parti liderleri ve sözcülerinin “Bu saldırının İslam ile herhangi bir şekilde irtibatı kurulamaz. İslam dini bu tür saldırılara cevaz vermez. Gerçek İslam bu değil” açıklamaları ise buram buram takiyye ve siyasal oportünizm kokuyor.
Peki gerçek İslam bu değilse nedir?
Sorunun yanıtı hiç tartışmasız Kur’an’da ve İslam Peygamber’inin icraatında aranmalıdır.
Öyle ise soru şöyle de sorulabilir: Hazreti Muhammed yaşıyor olsa, Charlie Hebdo’ya karşı nasıl davranırdı? Katliama tepki olarak Peygamber’e yakışan tutum nedir?
Paris katliamını meşru sayan köktendincilerin bu soruya dürüstçe yanıt vereceklerinden emin olunabilir. Asıl zorlanacak olanlar ise muhafazakâr demokrat veya ılımlı denilen dindarlardır.
Sözü uzatmadan, bin dört yüz yıl önceki Charlie Hebdo erbabına Muhammed’in nasıl karşılık verdiğine bakmakta yarar var.
Bin dört yüz yıl önceki Arap coğrafyasında sözlü kültür çok gelişkindir. Öyle ki, kâğıt ve okuryazar yokluğunda sözlü kültür tek iletişim pratiğidir. Şairler sözü en çok dinlenen en çok saygı gören insanlardır. Ümmi insanlar, olan biteni, şiirleri dilden dile dolaşan şairlerden, hikâye ve destan anlatıcılarından haber almaktadırlar. Hiç abartısız bir benzetmeyle, şairler ve destancılar o devrin gazetecileri ve habercileridirler aynı zamanda. Kent devletçiklerinin yöneticileri, iktidarlarını meşrulaştırmak ve sürdürebilmek için şairlere, destancılara yaslanmak ve yaranmak zorunluluğu duymaktadırlar. Benzetmek gerekirse, bugünün siyaset/sermaye/medya ittifakı o dönemde tefeci/bezirgân elitiyle şairler arasında kurulmuştur.
Şiir / ayet rekabeti
Yegâne iletişim pratiği olarak sözlü kültür ve şiirin bu denli gelişmiş olması Kur’an’a da yansımıştır. Öyle ki, Allah “Sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirdik” (Zümer 23) diye vurgulamakta;
“Allah’ın sözü en yücedir” (Tevbe 40), “Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa 88, 122) diye övünmekte;
“Kur’an, hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Bir kâhinin sözü de değildir.” (Hakka 38, 39, 40, 41, 42) diyerek rekabete girmekte;
“Kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin!” (Bakara 23, Yunus 38, Hud 13) diye meydan okumakta;
Ayrıca peygamberlerini (elbette Muhammed’i de) hikmet ve hak ile batılı ayıran söz yeteneği ile donattığını bildirmektedir.
Allah’ın dediğine göre, “Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, her zaman meyvesini verir. Kötü söz ise yerden koparılmış, ayakta duramayan ağaç gibidir.”
Bu yazının dipnotu: ÇGD eski genel başkanlarından Rahmi Yıldırım’ın yazdığı yazının bir bölümünü Paris’teki kanlı saldırıyla ilgili yazılan en güzel yazı olduğu için köşeme alıyorum.