Sanayi devrimi insanın kas gücünü makineye, bilgi devrimi ise hafızasını bilgisayara devretmişti. Şimdi yapay zekâ (YZ) dönemiyle karşı karşıyayız; bu kez insanın karar alma yeteneği ve sezgisi sınanıyor. Bu durum ekonomiler için üretim fonksiyonunun doğasını değiştiren bir kırılma noktası anlamına geliyor.
Yapay zekânın ekonomiye ilk etkisi üretkenlikte görülüyor. YZ uygulamaları, veri analizinden müşteri hizmetlerine, finansal risk analizinden tedarik zincirine kadar neredeyse her alanda insan emeğini tamamlayan bir araç haline geldi. Örneğin bankacılıkta kredi risk modelleri artık yalnızca geçmiş verilere değil, algoritmik tahminlere dayanıyor. Sağlıkta erken teşhis, sanayide bakım planlaması, tarımda ürün verimi tahminleri hep YZ temelli sistemlerle yapılıyor. Bu durum, klasik anlamda emek verimliliğini artırıyor. Bir başka deyişle, aynı kaynaklarla daha fazla çıktı üretiliyor. Bu da uzun vadede potansiyel büyümeyi yukarı çekici bir unsur. Ancak ekonominin temel yasası burada da geçerli: Her yeniliğin kazananları kadar kaybedenleri vardır.
Yapay zekâ, nitelikli emeği ödüllendirirken, tekrarlayan işlerde çalışan kesimlerin yerini sorgulatıyor. Bu durum gelir dağılımını daha da bozma riski taşıyor. Üretim maliyetleri düşerken, kazanç sermaye sahiplerinde birikiyor. Dolayısıyla yapay zekâ, verimliliği artırırken emeğin milli gelirden aldığı payı azaltabilir.
Veri: Yeni Bir Sermaye Türü
Klasik üretim faktörleri emek, sermaye, doğal kaynak ve girişimcilikti. Bugün buna beşinci bir unsur eklendi: veri. Yapay zekâ sistemleri veriye dayandığı için, veriye sahip olan ülkeler ve şirketler yeni dönemin “güçlü zengini” haline geliyor. Bu minvalde şunu söylemek mümkün: ABD ve Çin’in teknolojik rekabeti, aslında veri egemenliği mücadelesidir. Türkiye’nin bu yarışta geri kalmaması, veriyi yalnızca toplayan değil, işleyip ekonomik değere dönüştüren bir ekosistem kurmasına bağlı. Aksi halde YZ teknolojilerini ithal eden ve verisini dışa satan bir ekonomiye dönüşmek kaçınılmaz olur.
Yapay zekâ ekonomisinin sağlıklı işlemesi için üç temel politika alanı önem kazanıyor:
1. Eğitim ve beceri dönüşümü: Meslekler hızla değişiyor. Mühendislik, hukuk, finans gibi alanlarda bile algoritmik düşünme yeteneği ön plana çıkıyor. Eğitim sisteminin bu konuda güncellenmesi ve yeni kazanımlar için yeni müfredatların getirilmesi gerekiyor.
2. Rekabet hukuku: YZ devlerinin pazardaki hakimiyetini kırmadan, girişimcilere alan açmadan sağlıklı bir rekabet mümkün değil. Türkiye kendi varlığını korumak için bu konuda adımlar atmalı.
3. Etik ve denetim: YZ’nin üretim ve finans kararlarında “şeffaf olmayan algoritmalar” kullanması, hesap verilebilirliği azaltabilir. Bu da hem tüketici güveni hem de finansal istikrar açısından risk taşır.
Açısından Fırsat ve Risk
Türkiye’nin genç nüfusu, dinamik girişimcileri ve yazılım sektöründeki kabiliyeti, YZ ekonomisinde fırsat yaratabilir. Ancak teknoloji yatırımları hâlâ sınırlı, Ar-Ge harcamaları GSYH’nin %1,4’ü civarında. Bu oran OECD ortalamasının yarısı bile değil.
Eğer bu tablo değişmezse, Türkiye YZ’yi üretemeyen ama kullanan, yani teknolojiyi satın alan ama katma değerini dışarıya aktaran bir ülke konumunda kalır.
Yapay zekâ, ekonominin yapısını yeniden şekillendiren bir dalga. Üretkenliği artırıyor ama eşitsizliği de büyütebilir. Teknoloji her zaman ilerleme getirir, ancak refahı yaygınlaştırmak teknolojiyi yöneten politikaların işidir. Dolayısıyla keramet makinelerde değil, hâlâ o makineleri nasıl ve ne için kullandığımızda…

























