Son aylarda altın fiyatları hem küresel piyasalarda hem Türkiye’de rekor üzerine rekor kırıyor. Ons altın 4.000 $’ın üzerine çıkarken, gram altın Türkiye’de 5.700 ₺ seviyesini geçti. Piyasa bunu jeopolitik risklere, enflasyon beklentilerine ve doların küresel değer kaybına bağlasa da, Türkiye özelinde altın fiyatlarındaki artışın arka planında çok daha karmaşık bir tablo var.
Bu tabloyu anlayabilmek için, birbirine yakın ama farklı anlamlara sahip dört kavrama dönmek gerekiyor: kara para, vergi dışı kazanç, kayıt dışı kazanç ve yastık altı varlık.
Kayıt Dışılığın Parlayan Yüzü: Altın
Türkiye, uzun süredir yüksek enflasyonla, kur dalgalanmalarıyla ve finansal güven bunalımıyla mücadele ediyor. Böyle bir ortamda vatandaşın tasarruf davranışı da değişiyor. TL cinsinden varlıklara güven azaldıkça, insanlar birikimlerini daha “somut” ve “güvenli” gördükleri alanlara kaydırıyor. Bu alanların başında da altın geliyor.
Altın, Türk hanehalkının belki de en eski tasarruf aracı. Ancak bugün geldiğimiz noktada altına yönelimin yalnızca “tasarruf alışkanlığı” ile açıklanması mümkün değil. Altına talep artışı, aynı zamanda vergilendirilmeyen kazançların, kayıt dışı gelirlerin ve kara paranın da sığınağı haline geldi.
Kara para; yasa dışı faaliyetlerden —örneğin kaçakçılık, yasa dışı kumar veya uyuşturucu ticaretinden— elde edilen kazançtır. Bu tür gelirlerin bankacılık sistemine girmesi yasal olarak mümkün değildir. Dolayısıyla bu varlıklar genellikle “yastık altına” gider. Yani kara para, doğrudan sistemin dışında tutulur ve çoğu zaman altın, değerli taş veya döviz formunda saklanır.
Vergi dışı kazanç ise, konusu suç olmayan ama beyan edilmeyerek vergiden kaçırılan gelirdir. Serbest meslek mensuplarının, küçük işletmelerin veya kiracısını bildirmeyen ev sahiplerinin kazançları bu kapsama girer. Bu kazançlar da çoğu kez bankaya yatırılmak yerine altına çevrilir. Böylece hem “iz bırakılmaz” hem de enflasyona karşı korunma sağlanır.
Sonuçta hem kara para hem vergi dışı kazanç kayıt dışı ekonomi içinde yer alır ve bunların büyük bölümü fiziksel altına dönüşerek “yastık altı varlık” halini alır.
Bugün Türkiye’de tahminlere göre 5 ila 7 bin ton arasında yastık altı altın bulunuyor. Bu, kabaca 800 milyar $ büyüklüğünde bir varlık anlamına geliyor; yani Türkiye’nin yıllık ihracat gelirinin 3.5 katına yakın. Bu altınlar bankacılık sisteminde yer alsaydı, krediye dönüşüp yatırımı ve üretimi finanse edebilirdi. Oysa evlerde, kasalarda, gizli çekmecelerde bekleyen bu servet, ekonomide atıl kaynak olarak duruyor.
Altının cazibesi, güvenli liman olma özelliğinden geliyor. Ancak bu güvenlik duygusu, ekonominin kurumsal güvensizliklerinden besleniyor. İnsanlar tasarruflarını bankada tutmak yerine altına çevirdikçe, finansal sistemin derinliği azalıyor. Bu da Merkez Bankası’nın para politikası etkisini zayıflatıyor, enflasyonla mücadeleyi güçleştiriyor.
Altın Yükselirken Ekonomi Ne Kaybediyor?
Altın fiyatlarındaki artış, sadece küresel emtia dinamiklerinin değil, aynı zamanda yerli yatırımcının sisteme olan inanç eksikliğinin göstergesi. Altın alımı, bireysel düzeyde “güvenli bir liman” gibi görünse de, makroekonomik açıdan dolaşım dışı para yaratıyor. Yani, altına dönüşen her TL, üretimden ve tüketimden çekiliyor. Bu durum ekonomik büyümeyi sınırlıyor, vergi gelirlerini düşürüyor ve kayıt dışılığı artırıyor.
Altın, binlerce yıldır güvenin simgesi. Ama modern ekonomilerde bu güven, sistemin dışında birikiyorsa tehlike sinyali verir. Türkiye’de artan altın talebi, yalnızca yükselen fiyatların değil, azalan kurumsal güvenin de yansıması. Kara para, vergi dışı kazanç ve kayıt dışı ekonomi iç içe geçtikçe, yastık altı varlıklar büyüyor; ekonomi görünmez bir sermaye kaçışına uğruyor. İçinde bulunduğumuz bu zorlu günlerde gerçek güvenin kasadaki külçede değil, hukukla ve şeffaflıkla kurulan ekonomik düzende olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz…




























