Türkiye, bitki çeşitliliği bakımından dünyanın en özel ülkelerinden biri. Fakat bu çeşitliliğin en büyük sırrı, pek çok insanın farkında bile olmadığı o sihirli kelimede saklı: Endemik. Yani yalnızca bu topraklara özgü, başka hiçbir ülkede yetişmeyen, doğanın Anadolu’ya armağan ettiği eşsiz bitkiler…
Uludağ’ın eteklerinden Munzur Dağları’na, Kazdağları’ndan Amanoslara kadar uzanan Anadolu silsilesi, hem tarih hem doğa barındırır. Bursa, bu zenginliğin başlıca örneklerinden biridir. Uludağ çayı (Sideritis bilgeriana), Bursa çiğdemi ve Uludağ köknarı gibi bitkiler, sadece bu bölgenin dağlarında yeşerir. Bu eşsiz canlılar, görünmeyen bir hazine gibi, dağların sessizliğinde hayat bulur.
Yine Karadeniz’in içlere bakan yüzünde, Gümüşhane'nin Şiran ilçesi de benzer bir biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapar. Şiran dağlarında yetişen Gümüşhane endemik çiğdemi (Crocus gümüşhanensis), Şiran’a özgü dağ menekşesi ve farklı kekik türleri, her ilkbaharda doğaya usulca selam verir. Onlar, sadece bir bitki değil; atalarımızın yürüdüğü patikalarda, toprağa sinmiş yaşamın kanıtıdır.
Ancak ne yazık ki, bu nadide güzellikler, son yıllarda artan orman yangınları nedeniyle büyük bir tehdit altında. Her yaz, özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde başlayan yangınlar artık sadece çam ormanlarını değil, binlerce yıllık endemik varlıkları da yok ediyor. Bu yangınlar, doğanın dengesini bozmakla kalmıyor; tohumunu toprağa bırakmış ama henüz filiz vermemiş nice yaşamı da küle çeviriyor.
Yangın sonrası sadece ağaçları değil, o ağaçların gölgesinde yaşayan mantarları, kuşları, kelebekleri, yaban arılarını da kaybediyoruz. Sıradan bir yangın gibi görünen olay, aslında ekosistemin temeline atılan bir dinamittir. Bu yok oluş, farkında olmasak da bizi de etkiliyor. Çünkü doğa, insanı dışlayan bir sistem değil; insanla birlikte var olan bir düzendir.
Peki ne yapmalı?
En başta, farkına varmalıyız. Doğada gördüğümüz her bitki sıradan değildir. Uludağ’da bir taşın dibinden çıkan küçük bir çiçek, sadece estetik bir güzellik değil, aynı zamanda bilimsel ve genetik bir değerdir. Şiran’da dağın yamaçlarına sinmiş yabani kekik, sadece kokusu için değil, toprağın sağlığı için de vardır.
Doğayla kurduğumuz bağ, sadece piknik alanlarıyla sınırlı olmamalı. Belediyeler, doğa koruma dernekleri ve vatandaşlar el ele vererek, endemik bitki haritaları çıkarmalı. Bu bölgelerde yangınlara karşı özel önlemler alınmalı. Eğitim kampanyalarıyla kırsaldaki halk bilinçlendirilmeli. Yangın söndürme teknolojileri, sadece yangın çıktıktan sonra değil, öncesinde de kullanılmalı.
Unutulmamalı ki, doğa bir bütündür. Endemik bir çiçek kuruduğunda, bir arı neslini yitirir. O arı yok olduğunda, bir ağacın döllenmesi durur. Ağaç büyümediğinde, bir kuş yuvasını kaybeder. Ve sonunda biz insanlar, ormanın gölgesinde soluklanacak bir ağaç bile bulamayız.
Bu yüzden dağlar yanarken sadece ağaçlar değil, aslında geleceğimiz yanıyor.
Şimdi harekete geçme zamanı. Bu topraklara özgü her bitkiyi korumak, aslında kendi varlığımızı korumaktır. Unutmayalım, biz bu doğaya misafir değiliz; onun bir parçasıyız.